Ortaçağ denilen dönemle Rönesans diye adlandırdığımız uyanış çağı arasında kesin bir ayrım yapmak, tarih anlayışını basite indirgemek, insanlığın gelişmesindeki tutarlı ve kapsamlı süreci sınırlara, kalıplara sokmak olur. İnsanlık birdenbire mi uyanmış, neye uyanmış? Karanlığın egemen olduğu uzun bir süreden sonra, insana gözlerini açmış, bedeni ve ruhu ile tüm insana yönelmiş deniyor.
Matbaanın Etkisi ve Kültürel Aktarım
Çağların yüzünü değiştiren araç burada matbaadır. Ortaçağ da Latince bilir, ilkçağın yazın ve sanat ürünlerini canlı tutmak için el Emeği harcamış, göz nuru dökmüştür. Geleneği sürdürmek, bilgi verilerini çağdan çağa aktarmakta eşi bir daha görülmedik bir çaba ile başarıya ulaşmıştır.
Ortaçağın Canlılığı ve Sanatsal Değerleri
Ortaçağın canlılığı bir bakıma ilkçağdan da daha göz kamaştırıcıdır. Bir oluş ki, topraktan fışkıran özgün değerleri dile getirmek, biçimlendirmek için insanın devinmesini baş döndürücü bir hızla canlandırır. En ufak taşına varıncaya dek kuyumcu eliyle işlenmiş katedral denilen o gökdelenleri bir düşünün, Tanrı için üst üste dizilmiş birer sırça saray diyeceksiniz, evet ama insan hep kendini aşan bir varlık uğruna yaratır büyük eserlerini, ölümsüzlüğe ulaşarak dile gelen tek varlık ise gene kendisidir, insandır.
François Rabelais ve Hümanizma
Ortaçağdan yeniçağlara geçişte insan düşüncesinin oluşumu korkunçtur. Rabelais’in deyimiyle “horrifique” (dehşet salan) ve “espouvantable” (korkunç) diye nitelendirilebilir. François Rabelais, hümanist düşüncenin gelişmesinde önemli bir rol oynamış, dil ile düşünce arasında eşsiz bir sentez kurmuştur.